15.01.2012

Muhammed Hüseyn Şehriyar

Məhəmməd Hüseyn Şəhriyar.jpg

İran Türklerinden olan Şehriyar,1906'da Tebriz'de doğdu. Babası Mirismail Ağa Hoşgenabî, bir avukattı. İlk öğrenimini doğduğu şehirde tamamlayan şair, Medrese-i Talibiye'de aldığı Arapçave Arap edebiyatı eğitiminin yanı sıra, Fransızca öğrendi. 1921 yılında Tahran'a gelerek Dar-ül Fünun okulunda tıp eğitimi almaya başlar. 1924 yılında aşkının peşinden Horasan'a gider. 1935yılında Tahran'a geri dönerek İran Ziraat Bankasında çalışmaya başlar.
Şehriyar 1929 yılında önsözünü dönemin bilinen şairlerinden olan Bahtiyar, Nafisi ve Muhammed Tagi Bahar'ın yazdığı ilk şiir kitabını neşreder. Şiirlerinde şair Hafız, Sadi, Fuzûlî, M.P. Vaqif, M.E. Sabir ve s.-den etkilenmeler mevcut olan şair, ana dilinde kaleme aldığı Heyder Babaya Salam şiiri ile Türkiye'de ve Sovyetler Birliği'ndeki Türk Cumhuriyetlerinde de büyük bir üne kavuştu.
1951 yılında Haydar Babaya Selam şiir kitabını yayımladı. (Haydar Baba, köyünün üstünde kurulu olduğu dağın adıdır.)
Şehriyar İran'da 1979 yılında yapılan İslam devrimini destekledi.
Tahran'da Mehr hastanesinde akciğer iltihabı ve kalp yetersizliğinden 18 Eylül 1988 yılında vefat eden şairin ölüm günü, O'nun anısına, İran'da Milli Şiir Günü olarak kutlanmaktadır.
Şehriyar Azerbaycan Türkçesiyle şöyle demiş:
Türkün dili tək, sevgili istəkli dil olmaz. Özgə dile qatsan, bu əsil dil əsil olmaz.

Eserleri

  • Haydar Baba'ya Salam, Tebriz, 1951;
  • Yad-i ez Heyder Baba, Tahran 1964;
  • Seçilmiş Eserleri, Bakı, 1966;
  • Divan-ı Türkî Tebriz, 1992;
  • Yalan Dünya, Bakı, 1993;
  • Tüm Eserleri (4 cilt), Tahran,1971
Heyder Babaya Selam şiiri 76 dile çevrilmiş, Azerbaycan'da ve Türkiye'de bu şiire nazireler yazılmıştır.
İnsanın bazen özel hâlleri olur.
Çocuklukta serçeyi sevmesi, gençlikte aşık olması, olgunlukta bağışlayıcı ve yaşlılıkta kırılgan olması gibi...
Bu duygular, kimi zaman insanın hayatında dönüm noktası olur. Aşık olmak bazen büyütür insanı, derya eder, dalgalandırır...
Üstadım! Senin hayat hikâyeni anlatmak istiyorum. Her ne kadar sen hiç söylemedin. Aslında aşkınla ilgili düşüncelerini ancak seni tanıdığım kadarıyla anlatacağım.
Yaşadığını, aşık oluşunu, aşkına yenik düştüğünü, sevgiline kavuşamadığını ve bu yenilginin seni arif edip Allah’a ulaştırdığını.
İstersen başlayayım...
Çok eski zamanlarda binlerce müridi olan bir şeyh varmış, sözü keskin, hitabesi etkin...
Bir gece rüyada, Rum diyarında bir puta secde eder hâlde görmüş kendisini.
Ürpererek uyanmış, bu rüyanın ne anlama geldiğini düşünüp durmuş. Sonunda bu rüyanın hayatında önemli bir değişim yaratacağına inanarak Rum diyarına yolculuk etmeye karar vermiş, birkaç müridini de yanına alarak yollara koyulmuş.
Kimi zaman etkili sohbetleriyle yolcuların yorgunluklarını gideriyor, ancak bu rüyanın etkisinden bir türlü kurtulamıyordu. Rumeli’ne ulaştıklarında, bir evin bahçesinde İsevî bir kadın görmüş; güzelliği mest edici, saçları kement atmış şeyhin boynuna; dona kalmış yerinde. Evet, bu benim secde ettiğim putumdur, demiş kendi kendine.
Bu puta bir değil, binlerce kalbim olsa veririm demiş. Müritleri inanamamış; ama şeyhin aşka tutulmuş ve kendinden geçmiş hâlini görünce, mürşidimizi kaybettik diyerek nasihate başlamışlar. Aşk, şeyhin gözünü kör, kulağını sağır etmiş, kimseyi dinlemez olmuş. Müritlerine, dönün siz evinize, barkınıza; ben buradayım, demiş.
Çaresiz ve üzgün müritler, kendi beldelerine dönmüşler. Şeyh ise ayakla değil, tüm kalbi ve benliğiyle İsevî kıza koşmuş...
İsevî kız, şeyhin ne denli derinden aşık olduğunu görünce, nazlanır, uzak durur. Şeyh, aşk ateşinde yanıp tutuşur; her şeyini unutur, Tersâ (Hıristiyan) kızdan başka hiçbir şeyi görmez. Tersâ, kavuşmak için şartlar koşar; şeyh hemen kabul eder. Zünnâr bağlar, sahrada domuz çobanlığı yapar, dinini terk eder. Müritler beldelerine dönüp şeyhin hâlini halka anlatırlar; kınamalar, tânler ve dedikodular başlar. Müritlerden biri çok üzülür; ağlar, sızlar ve uykuya dalar. Rüyasında aziz Peygamber’i (s.a.a) görür; ona der ki: "Git Rumeli’ne; şeyh kurtulmuştur."
Evet, şeyh kurtuluşa ermişti. Şeyh, bu Tersâ kızda görmüştü ilâhî tecelliyi, aşık olmuştu. Aşkın ateşiyle yanıp kavrulmuş, yok olduğunu görünce de, mecaz aşkı anlamış ve mutlak aşkın peşine düştü bu defa. İnancı, kuru aklî deliller kabuğunu kırmış, aşkın sarsılmaz zırhına bürünmüştü. Fâni kızın aşkını merdiven yapıp baki Yaratıcı’nın kalıcı aşkına yükselmiş, yücelmiş ve ebedî aşkla kucaklaşmıştı.
Mecazdan kopup hakikate ulaşınca, mecaz kendine gelmiş, hakikat peşine düşmüştü. Artık aşık şeyhimiz yücelerek uzaklaşıyor, mecaz Tersâ onun peşinden koşuyordu; yoluna geliyorum, dinine giriyorum, diyerek...
Üstat! Bu bir aşktır, aşk da böyle olur zaten; başka türlü olabilir mi?!
Her ne kadar şeyh olmadın ama bu yolu sen de kat ettin. Biliyorum; aşk, her babayiğidin harcı değil, anlamazlar bunu birçokları.
Şeyh, Tersâ ile yüceldi ilâhî aşka; Mevlâna, Şems ile aydınlattı mana âlemini; Züleyha, Yusuf’ta buldu hakikatin çerağını.
Tersa, şeyhin peşinde hakikate koşuyor, bu aşk ateşine tahammül edemiyor, canını can pazarında hakikate satıyor. Şeyhin onca çabalarıyla ulaştığı makama, Tersâ bir canla bir anda ulaşıyor! Aşkın mucizesidir bu üstat!
Senin hayatını dünyadaki tüm aşıklara ithaf ediyorum.
Kabul mü?
Kabul!

Güzel ve tatlı Tebriz kentinin yakınlarında Hoşkenab köyü...

Azerbaycan’ın tüm köyleri gibi yemyeşil, etrafında dağlar, dereler, ırmaklar ve bağlar... Hayvanları da vardı bu köyün...
Köylüler, birbirleriyle çok samimîydiler. Şefkat ve iyilik abideleri! Hiç sıkıntıları ve dertleri yoktu; küçük arzuları ve büyük gönülleri vardı. Heyderbaba adında yüksek bir dağ, çocukların can sıkıntısını gideriyor, yemyeşil eteklerini çocukların sığınağı yapıyordu. Derelerinden akan bir nehirden, yağmur yağdığında coşkun akışıyla kulakları okşayan şırıltısı yükselirdi...
Köyün kızları, ırmağın kıyısına gelir, bulaşık ve çamaşır yıkarlardı. Çocuklar, Heyderbaba’nın sunduğu çiçekleri demet hâline getirip nehrin akışına emanet ediyorlardı, bir Heyderbaba dostu eline ulaşsın diye.
Köye seyyar satıcılar gelir, mallarını satarlardı. Türlü türlü meyveler gelirdi; hele kırmızı elmaları, çocuklar çok severdi. Onlar, elmaya cennet meyvesi derlerdi; bu elmalardan, cennetin, Adem ve Havva’nın kokusunu alırlardı.
Çocuklar günlük oyunlarını oynar, birbirlerini kovalayıp Heyderbaba’nın eteğine sığınırlardı.
Hayderbaba, metin, vakur ve mağrur duruşuyla çocukları bağrına çekerdi.
Çocuklardan biri bir gün, şöyle bir baktı Heyderbaba’ya; "Neden bu kadar heybetli ve mağrursun?" dedi içinden ve yine kendisi cevapladı:
"Sen de benim kadar yücelirsen, ünün dünyayı sararsa, gururlanmaz mısın?!"
Çocuklar, hayat felsefelerini bu dağın görkemli duruşundan, mağrur bakışından, metin ve vakur yücelişinden öğreniyorlardı. Bu köye gelen yabancılar, boş dönmezlerdi; güler yüzle karşılanır, mutlu ayrılırlardı.
Taşlı Bulak, berrak suyuyla herkesin yüreğini serinlettiği gibi, bu köylüler de insanların kalplerine sevgi tohumları ekiyorlardı.
Çocuklar, ata binme heveslerini bir çubuğa binerek gideriyor, yarışlar düzenliyorlardı, kendi aralarında. Ve aynı çocuk, her zaman birinci olurdu içlerinden.
Bu köyde her gün, yeni bir doğuştu; hayata küskünlük, yaşamaktan bıkkınlık yoktu burada.
Çarşamba günleri, annelerin çocuklarına verdikleri ceviz ve kuru üzümün tadını hiçbir şey vermiyordu. Çarşamba günleri, çocukların daha fazla mutlu oldukları gündü.
Yılın son çarşamba günü ise özel bir mana taşıyordu. Kızlar köyün meydanında su ve ateşin üzerinden atlayarak; "Atıl matıl Çarşamba! Bahtım açıl Çarşamba!" diye seslenirlerdi; gençler yumurtaları boyar, tokuştururlardı ve yine aynı çocuğun yumurtası, tüm yumurtaları kırardı.
Çocuklar bazen Aşık Rüstem’in yanına gelir, ondan saz çalmasını isterlerdi. O da çocukları kırmaz, bildiği şiirler eşliğinde, yaralı kalbinde damla damla akan kan gözyaşlarıyla sazın teline vururdu. Aşık Rüstem, şiirlerinin birinde bir şairin geleceğinden bahsediyordu. "Zaman gelecek ki o şairin şiirleri tüm sazların tellerinde dalgalanacak." diyordu.
Böylece çocuklarda bir şiir sevgisi oluşmuştu. Hele biri vardı ki her akşam evde ünlü bir şairin şiirini ezberler ve ertesi gün, Aşık Rüstem’in onu saz eşliğinde söylemesini isterdi. Gündüzleri Heyderbaba’nın eteğinde bu şiirleri avaz avaz okurdu.
Daha sonralar kendi şiirlerini Aşık Rüstem’e okutmaya başladı:


Hayder baba, yolum senden kec oldu
Ömrüm geçti gelemmedim gec oldu
Heç bilmedim güzellerin nec oldu
Bilmez idim döngeler var, dönüm var
İtginlik var, ayrılık var ölüm var


O köyde her şey cennete benziyordu. Göz kamaştırıcı manzaralarıyla sanat aşkına ilham veriyordu; ismi yok, renk cümbüşü vardı. Bu renk cümbüşü ve armonisi, sadece çocukların minicik kalplerinde yorumlanabiliyordu.
Unutmamak lâzım ki tüm bu manzaraları sunan Heyderbaba cömertliğiydi.
Yeni şairimiz bu renklerden harikalar yaratıyor, şiir sanatına estetik katıyordu.
Bu küçük ve güzel köyümüzde Muhammed Hüseyin isminde bir çocuk vardı. Sa’dî-i Şirazî’nin Gülastanı’nı çok güzel okuyor, Hafız’ın Divan’ından şiirler ezberliyordu.
Yaşı çok küçük olmasına rağmen güzel sesiyle harika Kur’ân okuyabiliyordu. Çok sevdiği büyükannesini (Hannine) kaybedince onu teselli etmek için “Ninen, İmam Rıza ziyaretine gitmiş, sen ona kavuşabilmek için Kur’ân öğrenmelisin." demişlerdi. O da bir an önce Hannine’sine kavuşmak umuduyla Kur’ân okumayı öğrenmişti.
Hannine’sini o kadar seviyordu ki şair olduktan sonra onu şiirlerine taşıyarak şiire yücelik kattığına inanıyordu. Hatta yaşlılık yıllarında kimi zaman Hannine’yi anıp gözyaşları döküyordu. Hoşkenab köyünün ve Heyderbaba’nın göz kamaştırıcı ve ilham verici manzaraları ve içtenliği bu küçük çocuğu besleyip ünlü bir şair yapıyordu.
Siyasî mücadelelerinden dolayı Tebriz’i terk edip doğduğu köye dönme zorunda kalan Muhammed Hüseyn’in babası bu küçük çocuğun bu köyden ilham alarak şair olup mücadele felsefesini şiir dilinde tüm insanlara duyuracağını nereden bilebilirdi ki? Muhammed Hüseyin artık bir delikanlı olmuş, Heyderbaba gibi yücelmiş, bir şair olmuştu; dünyaya kafa tutmaya ve gönülleri fethetmeye hazırdı artık.
Tahran’a giden bir kafile reisine babası yüklü miktarda para verip Muhammed Hüseyn’i tehlikelerden koruyarak Tahran’a götürmesini ister.
Muhammed Hüseyin, bu yolculukta önemli bir tehlikeden kurtulduğunu anlatır. Bunun, Allah’ın lütfü ve babasının kafile reisine verdiği para sayesinde olduğunu söylerdi.
Muhammed Hüseyin, 19 yaşına bastığında Tahran Ünversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi olmuştu.
O yıllar Tahran Ünversitesi, Kaçar Şahlığı karşıtı faaliyetlerin merkezi hâline gelmişti.
Bir gün öğrenciler tarafından Kapalı Çarşı önünde büyük bir miting tertiplenmişti.
Pazar esnafı Kaçar Şahlığı’nın devamını, öğrenciler ise yıkılmasını istiyordu.
Meydan, polis ve askerî güçler tarafından sarılmıştı. Esnaf öğrencileri çembere almıştı. Karşılıklı sloganlar ve kavgalar başlayınca esnaf geri çekilmiş ve öğrenciler kurşun yağmuruna tutulmuştu.
Onlarca öğrenci bu olayda ölmüş, onlarcası da yaralanmıştı; ve bizim Muhammed Hüseyin, yaşlı bir adam tarafından omuza alınıp tehlike bölgesinden uzaklaştırılmıştı. Muhammed Hüseyin, kendisine geldiğinde yaşlı adam ona dönerek; “Sen bu işlere karışma evlâdım!” deyip hemen yanından ayrılmıştı.
Muhammed Hüseyin, şaşkın bir vaziyette neler olup bittiğini anlayabilmek için meydana döndüğünde hâlâ cesetler toplanıyordu.
Kader bir kez daha şairimizi ölümden kurtarıyor, yaşamasını sağlıyordu...
Bazen düşünüyorum da neden herkes şair olamıyor? Daha sonra iyice derinleşiyorum bu konuda; şair olanların hayatına bakıyorum...
Onların yaşamlarının, düşüncelerinin, tüm hayatlarının, hatta rüyalarının bile farklı olduğunu görüyorum. Şu sonuca varıyorum: Bu insanlar, ilhamın ürünleridirler; mana âleminden ruhlarına inen nurun yansımalarıdırlar. Onlar, sanatın peygamberleridirler, diyorum kendi kendime...


Çağdaş İran şairleri arasında çok değerli bir yere sahip olan Şehriyar'ı İran Edebîyatı'nda neo-klasik dönemin öncülerinden biri olarak adlandırırsak yanlış yapmış sayılmayız. Zira Şehriyar çağdaş şairlerden çok Fars Edebîyatı'nın eski büyüklerine benzemektedir, Bu ifademiz, Şehriyar'ın çağdaş şairlere has özellikleri kendinde barındırmadığı anlamında değildir. Öldükten sonra ya da ölüm eşiğinde veya hayatlarının son günlerinde şöhret ve iftihar doruğuna tırmanan bir çok şiir ve edebîyat üstadının aksine Şehriyar, hayatı boyunca, gençliğinin daha ilk yıllarında şöhretten nasibini almıştı. Dr. Menuçehr Mortazavi'nin ifadesiyle : "Şehriyar'ın adı çağdaş edebîyat kavramıyla at başı gitmektedir; çağdaş Fars şiiri Şehriyar'ın divanı ve eserleriyle sağlam ve kopmaz bir bağa sahip olmuştur. Yaygın kanaatin aksine çağdaş olma kaygısı ve sanat icra etme çabası Şehriyar'ın şöhretini gizleyememiştir. İran Edebîyat Tarihinde Şehriyar'ın adı Azerbaycan'ın övünç kaynağı tanınmış şairleri olan Katran, Şems, Homam ve Saib Tebriz'i gibi şöhretlerin isimleriyle aynı sırada yer almaktadır. Şehriyar'ı Saib'in deyimiyle "renkli düşünce ve şiirleri Tebriz yöresini neşe ve mutluluk baharında cennete bürüyen talihlilerden biri" olarak kabul edebîliriz.
Buna ek olarak Şehriyar'ın şiirleri hem ilmi ve edebî mahfillerde tartışılıp değerlendirilmekte; aşık gençler heyecan verici şiirlerini çocukluk döneminin anısına terennüm etmekte; perişan gönüllü yaşlılar da onun şiirlerini okuyarak hayal aleminde de olsa gençlik yıllarında sahip oldukları neşe ve coşkuyu yeniden yakalayabilmektedirler. İşte bu yüzden Şehriyar gibi daha hayattayken böylesine bir kabul gören çok az şair vardır. Onun için Şehriyar'ın adı ve şöhretinin çığlığı, yalnızca İran'da değil coğrafi sınırları aşarak artık yırtılmış demir perdelerin ardında, Rudeki ile beraber Ceyhun'un ötesinde yankılanmıştır. Artık çalgıcılar onun şiirlerini besteleyip okumakta; ressamlar onun şiirlerini betimleyen resimler yapmakta ve gönül sahipleri büyük bir şevkle eserleri üzerinde çalışmaya koyulmaktadır. Öyle ki bu manevî etki ve nüfuz Kafkas şairleri (Azerbaycan Cumhuriyeti) arasında "Hasret Edebîyatı" olarak isimlendirilen yeni bir edebî türün ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu başarısının farkında olan şair, bir gazelinde bu hususa şöyle değiniyor:
Ne tek İran'da ğelğele salmış nefesim
Bah ki Türkiye'de Kafkas'ta ne goğa iledim
(Nefesim yalnızca İran'da fırtına koparmadı
Gör ki Türkiye ve Kafkasya'da ne gürültü kopardım)
Şehriyar'ı diğer çağdaş şairlerden ayİran en önemli özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
Fars Edebîyatı'nın köklü geçmişi ve görkemi, Fars şiirini lafzî ve manevî açıdan doruğa çıkaran büyük ve asil şairlerin varlığı göz önünde bulundurulduğunda Şehriyar, en fasih ve en beliğ sanatsal yapıtlar ortaya koyarak böylesine ünlü sanat pehlivanlarının yanında layık bir mevkie oturabilmiştir. Halbuki Şehriyar'ın henüz ortaya çıkmadan sönüp giden veya ölümleriyle edebî yaşamları da son bulan bir çok çağdaşı vardı.
* Şehriyar'ın bir diğer özelliği onun Fars şiirine getirdiği yeniliklerdir. Şöyle ki; eskilerin üslubunu özellikle gazel kalıbında devam ettirmesine ek olarak, Fransız edebîyatı, Osmanlı Türkiye'si ve Kafkas şair ve yazarlarına aşinalığı, 19. asır romantik edebîyatıyla iç içe olmasını beraberinde getirmişti. Bu husus Şehriyar'ın şiirlerinde açıkça göze çarpmakta ve "Şehriyar Ekolü" olarak adlandırılmaktadır.
* Şehriyar'ın dünyaca tanınmasını sağlayan bir başka özelliği onun Azeri Türkçe'siyle yazdığı şiirleridir. Şehriyar'ın bu dilin parlak şairleri içinde parlayan bir yıldız olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira a, çağdaş Azeri Türkçe'sinin şaheseri olan ""Haydar Baba"ya Selam" isimli manzumeyi kaleme alarak Doğu Edebîyatı'nın bu bölümünde kendisini ebedileştirebilmiştir
Şehriyar'ın yazdığı şiirlerin iyi yönlerini, insanı büyüleyen güçlü ifadelerini zikretmemiz onun zayıf ve kusursuz şiirlere sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. Divanında bütün şairlerde olduğu gibi edebî açıdan pek bir değere haiz olmayan şiirlere rastlanır, ancak Şehriyar'ın yazdığı şiirler arasında yer alan güzel ve herkesçe beğenilen örneklerin fazla olması onun bu konudaki kusurunu örtmüştür. Onun için büyük edebî şahsiyetlerin kaleme aldığı eserlerin zayıf noktalarını tetkik ederek ortaya koymamız, bu büyük şahsiyetlerin sahip olduğu yüksek makamı gölgelemek amacını taşımamaktadır. Gayemiz bu yorumlar ışığında, onların azimli, fakat bu yolda daha yeni yeni ilerleyen takipçilerin bu eksiklik ve yanlışlıkları tekrarlamamaları için yardımda bulunmaktır.
Şehriyar edebî zevki ve doğuştan sahip olduğu şairlik yeteneğinin yanı sır, İranlı şair ve sanatçılardan çok azının sahip olduğu nevi şahsına münhasır ahlakî hususiyetlere sahipti. Bu hususiyetlerin tamamını gençliğinde onun vefalı dostlarından olan samimi ve yakın bir arkadaşı külliyatına yazdığı önsözde açıklamıştır. Bu yakın arkadaşı sayesinde haddinden fazla inzivaya çekilmiş olan Şehriyar'ın diğer yönleri, ruhî incelikleri açıklığa kavuşturulmuştur.
İran'da tahakkuk bulan İslam İnkılabı'ndan sonra bendeniz şahsi istek ve ilgim yanı sıra meslekî konumumun da müsait olmasından dolayı Şehriyar ile defalarca görüşebilme imkanını yakaladım. Daha o zamanlar, İran'ın çağdaş tarihinin edebî ve siyasi değişim ve dönüşümlerini çok yakından yaşamış; iyi şöhret sahibi ve son yarım asrın tanınmış şahsiyetlerinin çoğuyla yakın ilişki kurmuş, bir çok hadisenin canlı bir belgesi durumunda olan bir kimsenin, yaşlılığın getirdiği problemlerden ötürü bu değerli hatıraları araştırıcıların hizmetine sunmadan bu dünyadan göçüp gidebileceğini hissetmiştim. Bu yüzden hayatının son günlerinde yani ölümüyle sonuçlanan son hastalığından önce Şehriyar'ın hatıralarını kendi ağzıyla 120 dakika süren bir kasette sesli ve görüntülü olarak kaydetmeyi başardım. Bu hatıralar Şehriyar'ın doğumundan görüşmenin yapıldığı zamana kadarki bir dönemi kapsamaktadır. Böylece Allah Teala'nın lütfuyla gerçekleşen bir girişim sayesinde gelecek nesillere Şehriyar'ın hatıralarını kendi ağzından aktarabilme imkanı sağlanmış oldu.. Bu görüşmenin video kaseti İran Radyo televizyon kurumu arşivinde saklanmaktadır. Mıknatıslı kasetlerin ömrü az olduğundan bu görüşmeden, görüntü kalitesini düşürmeden uzun yıllar yararlanmak maksadıyla orijinal bandın filminin hazırlanması yönünde bir takım girişimlerde bulunuldu. Böylece diyebilirim ki Şehriyar, hatırasını kendi diliyle görüntülü bir şekilde gelecek nesillerin istifadesine sunan tek çağdaş şahsiyettir.


Şehriyar'ın değinmek istediğim bir diğer özelliği de onun İran İslam İnkılabı'na olan kalbî ve itikadî bağlılığı, İslam İnkılabı rehberine karşı beslediği riyasız ve samimi aşkıdır. Esasen Şehriyar çok dindar bir insandı. Derin dinî inançları vardı. Bu husus onun gençlik döneminde veya hayatının diğer evrelerinde beraber olduğu dostlarının naklettikleriyle de teyit edilmiştir. Kaldı ki onun kaleme aldığı ve her biri kendi türünde birer şaheser olan kimi dinsel şiirleri, temiz ve tanrı korkusuyla dolu olmayan bir gönülden sızamazdı.


http://hosseinaghazdeh.persianblog.ir/post/38/

Комментариев нет:

Отправить комментарий